21 May 2018

KİME, NEYE, NE KADAR DOSTUZ?


İnsanlar arasında güven, sevgi, hoşgörü… önce selam ile başlar. Selam nedir? Selam, emniyet, huzur, selamet, sağlık, barış, rahatlık, iyi netice, kurtuluştur. Selam vermek, bir kimseye yapılacak en güzel duadır. "Önce selam sonra kelam" diye buyuruyor efendimiz. Önce güven ver karşındakine sonra güven duy der gibi. "Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kişidir" hadisinde de vurgulandığı gibi. Önce insanları, senden bir zarar gelmeyeceğinden emin kıl sonra insanlardan sana bir zarar gelmeyeceğinden emin ol. İnsanın dost olduğunun nişanesidir selam. Boş bir yere girdiğimizde melekutu, kabir ziyaretlerinde meftaları selamlamamız tavsiye edilir, bizi kimsenin görmediği yerde dahi eman sahibi olmamız için.
Tarihe dost olmalıyız diyor üstad. Biz en çok tarihe dost olamadık. Bir yandan silip atmak isteyenlerimiz olduğu gibi tarihimizi en olmadık şekilde abartıp yüceltmeye çalışanlarımız da var. Diğer yandan batılıların savaş meydanında yapamadıklarını bizlere masa başında yapmaya çalışanlar var. Bir kez olsun kendine "imparatorluk" demeyen Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'yi bizlere sömürgeci bir devletmiş gibi yutturmak isteyenler… Bazı kendini bilmezlerin onları desteklercesine yıllarca ders kitaplarında Sultan-ı Seniyye’yi imparatorluk olarak yansıtmaları. Bunlar hep tarihimize dost olamayışımızdan. İyisiyle kötüsüyle bizimdir deyip kabul edemeyişimizden. Kendi olamayan başka kimliklerde hep eğrelti durur ve kullanılmaya müsait olur.
Bu yüzdendir kendine dost olmalı insan. Eksikleriyle kabullenmeli kendini. Hatasını bilip çözüm üretmeli. Hatalarından dönmek için yollar aramalı. Aramakla bulunmaz der Beyazıt-ı Bestami ancak bulanlarda arayanlardır. Kendini keşfe çıkan insan, buldukça huzura erer. Kendini bildikçe Rabbini bilir, Rabbini bilen kendini. Mutasavvıf ve mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi der ki “Bu alemde kendi kendinin cahili olana, kendinden büyük düşman, kendi kendini bilene de kendinden sadık dost var mıdır?”
Coğrafyaya dost olmak. Sadece yaşadığı toprakları kendi coğrafyası sanmak. İnsanlığın nefes aldığı her bir karışı coğrafyamız sayacakken bir metrekarelik yerleri başka coğrafyalardan gelen insanlara çok görmek. Maliki olmadığımız mekanlara taparcasına bize sığınan insanları sığdırmaz etmek. Muhacire sahip çıkan Ensar’ı unutmak. Dost olmayı unutmak. Tek göz odasını, kazancının yarısını ve sofrasını tereddütsüz paylaşmak nedir onu unuttuk.
Kendimize dost olmalıyız. Müslüman coğrafyasına dost olmalıyız. Batı medeniyetinde Türk, belli bir kavmi değil tüm Müslümanları ifade ediyor. Hal böyle iken biz, Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyalara dost olmalıyız. Ayrıştıran değil birleştiren olmalıyız. “Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” diyen efendimizin buyruğu neydi onu hatırlamalıyız. Dostumuzun derdini dert bilmeli, gerektiğinde onunla ağlamalı onun derdi için çabalamalıyız. Şairin dediği gibi “gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher”. Gözyaşlarımızdır bizleri birbirine bağlayan. Bu cevheri kaybetmemeliyiz.
 Her geçen gün yaşanan olaylar sebebiyle gençlikten ümit kesen bir kesim olduğu gibi kendinden ümidi olmayan bir nesil de yetişiyor. Aşksız ve şevksiz ruhlar kimin yüreğinde ateşler yakacak, kimlere yol gösterecek. Şikâyete hakkımız yok. Bize düşen çalışmaktır ancak. Aşk varsa ruhumuzda bunu gelecek nesillere taşıyıp ruhları yakmakla, aydınlatmakla vazifeliyiz. Sahip olduklarımız ne ise onun şükrüdür paylaştıklarımız.
Üstad Mehmet Akif'in şu mısraları kulağımıza küpe, gönlümüze mühür olmalı.
“Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!”
Ümidi Allah olanın ye’si olmaz. Gönlünde aşk olan adama tembellik yakışmaz, uyku tutmaz.
              Kötülük her zaman her devirde vardı. Düşmanlık, kin ve nefretin kol gezdiği, taşına toprağına güvensizliğin sindiği Yesrib şehri kötülüklerle doluydu. İşte bu karmaşada, bazılarının gönlünde gelecek için ümit yeşermeye başlamıştı. Küfre, zulme dur diyecek gençlik geliyor ve yetişiyordu. Allah'ın koyduğu düzen ve intizam ile küfrün hâkim olduğu tüm beldeler aşk ile yanan yürekler sayesinde huzur ve esenliklerle doldu.


Not: Fethi Gemuhluoğlu'nun "Dostluk Üzerine" adlı konuşması üzerine yazılmış bir denemedir.

Neden, neye, kime bu özlem..?


BİR ÇIKMAZ SOKAK


Mekân: Bembeyaz bir oda. Bir yatak ve içi boş bir çerçeve
Zaman: Akşamüzeri
Konu: İç dökümü

Odanın içinde hortum oluşturacak derecede hızla yürüyerek bir daire çiziyor ve sanki kalabalığa seslenir gibi gür bir sesle konuşuyordu. Anlatıyordu. Kendini, ailesini ve bu hale nasıl geldiğini…
Saçma diyordu. Her şey çok saçma. Bu hale nasıl geldiklerini anlamlandıramıyor, eşinin ondan bir türlü memnun olamayışına her yaptığı şeyde onu suçlamasına dayanamıyordu.
Ne iyi bir eş ne iyi bir anne ne de iyi bir gelin olmuştu eşine göre. Bazen eşine ve çocuklarına karşı ihmalkârlıkları olmuştu belki ama annesine karşı böyle bir şey söz konusu bile olamazdı. Eşinin annesi evlerine ziyarete geldiği zaman veya onlara gittiklerinde bir dediğini iki etmezdi. Şikâyet etmesinin sebebi hep kendi vurdumduymazlığıydı aslında. İşten eve gelir yemekte zar zor ağzından bir iki laf çıkar ve sonrasında televizyon karşısında uyuya kalırdı. Ne kadının halini hatırını sorar ne de çocuklarıyla ilgilenirdi. Adama sorsanız çalışıp evin geçimini sağlaması, onları kimseye muhtaç etmemesi ilgilendiğini göstermesi için yetmiyor muydu? Hemen hemen her gün böyle geçiyordu. Ama yine de şikayetçi olan hep kendisiydi. Evleri birazcık dağınık olsa hemen eşine karşı laf vurmalara başlar onun onurunu kırmaya çalışırdı. Halbuki bu dağınıklık kış mevsimi olmasından dolayı çamaşırların evin içerisinde kurutulmasından kaynaklanıyordu. Kadın çamaşırları yıkamasa evin içinde çamaşır kurutma gereği olmayacaktı aslında. Ama bir kıyafetleri eksik olsa yine suçlu o oluyordu. Ne yapsa kabahat olan bir evde yaşamak git gide güçleşiyordu.
Bir de bunların üzerine eşinin zamansız ve düşüncesiz istekleri eklenince hayatı daha da çekilmez bir hal almıştı. Eşi yeni tayin gelen müdürünü evkerine yemeğe almak istediğini söylüyordu uzun zamandan beri. Kadın kış mevsimi geçtikten sonra yemeğe çağıralım diye bekletiyordu kocasının bu isteğini. Çünkü kışın tek bir odada oturuyorlar ve ikiz oğullarına özellikle de misafirler varken sahip çıkmak pek de kolay olmuyordu. Ki kimse olmadığı zaman bile baş edemiyordu. Adam karısının bu yemeği istememesinin sebebini onun kurslarına ve arkadaş gezmelerine engel olacağı için istemediğini düşünüyordu. 'Sen gezmelerine kursuna ayırdığın vakitten biraz da bize ayırsan hiç sorun olmaz bu davet' diye ısrar ediyordu. Çocuklarının yaramazlıklarını bilmiyormuş gibi bir de. Kadın artık dayanamamış ve okacakların sorumlusu ben değilim diye düşünüp kabul etmişti.
Akşama mükemmel bir hazırlık yaptı. Yemekte bir kuş sütü eksik derler ya o derece eksiksiz mükellef bir sofra ve çay içinde ayrı ayrı tatlı ve tuzlu ikramlıklarını hazırladı. Hatta bir şey unuturum endişesiyle misafirleri gelmeden yemek masasını bile hazırladı. Oğullarını da gidip gelip tembijliyordu ki yaramazlık yapmalarını biraz azaltabilirse ne mutlu ona idi. "Bak bu gele babanızın müdürü. Eğer yaramazlık yaparsanız müdürü babanıza küser, onunla da bir daha arkadaş olmaz" diye uyarıyordu. Sakin bir ortam sağlayabilseydi eğer huzur içinde tamda istedikleri gibi bir yemek yiyebilirleedi. Beş yaşındaki çocuğa ne kadar laf anlatabilirsen o kadar anlatmıştı. Ama çocuklarında ayrı bir yaramazlık ve enerji potansiyeli vardı sanki. Sabahtan akşama kadar kreşi birbirine kattıkları yetmiyormuş gibi birde akşam uyanana kadar evde at koşturuyorlardı. Hatta bir ara onlara enerji veren her türlü yiyeceği yedirmemeyi düşündü ama gelişme çağında oldukları için kıyamamıştı. Yeter ki sağlıklı olsunlardı razıydı sabahtan akşama kadar arkalarında koşturmaya. Oğulları anlamış gözlerle 'tamam' diyorlardı ama anladıklarını hiç sanmıyordu.
Akşam misafirleri gelmişti. Eşinin müdürü, hanımı ve kendi oğullarının yaşında bir erkek çocuğu. Kadın çocuğu görür görmez ‘eyvah’ dedi. Çünkü oğulları kendilerine bir arkadaş gördüklerinde kesinlikle yerlerinde duramıyorlardı. Ki düşündüğü gibi de oldu. Ev sahipleri ve misafirler yemeğe geçince çocuklar evin içinde futbol oynamaya başladılar. Ve kadının bugün için özel çıkardığı çeyizlik Kristal vazoyu kırmasınlar mı? Onun ardından bir ‘goolll’ bağırışları. Kadın ‘oldum olası neyi sevmediysem onlar da hep çocuklarımda var.’ diye düşündü. Bu futbol da onlardan birisiydi. Çocuklar vazoyu kale direği yapmışlar ve o direğe çarparak gol atmışlarmış güya. Kadın ya sabır çekiyordu. Gözleriyle yiyordu ama anlayan kimdi tabi. Ortalığı temizleyip çocukları da masaya oturttular. Belki gözlerinin önünde olurlarsa yaramazlık yapmazlardı. Bu sefer de ben onu yemem ben bunu yemem davası gütmeye başladılar. Önlerine istedikleri yemeklerden koyup biraz olsun seslerini kesebilmişti. Adam pişkin bir sırıtkanlıkla ‘Bir şey olmaz canım. Üzülme hanım ben sana yenisini alırım’ diye müdürünün yanında anlayışlı kocayı oynuyordu. ‘Ya tabii alırsın bundan öncekileri nasıl almadığın gibi’ diye iç geçirdi kadın gülümseyerek.
Yemekler yendi. Sofra toplandı. Kadın çocukların odasının kaloriferinin derecesini önceden yükseltmişti ki çocuklar orada oyun oynarlarken çaylarını rahatlıkla içebilirlerdi. Leziz bir yemekten sonra çay için hazırladığı ikramlıkları da gören müdür mest olmuştu adeta. Çok memnun kaldığı ilk geldiğindeki sessiz sakin adamın gidip yerine espriler yapan birinin gelmesiyle belli olmuştu. Adamın bu hal karşısında göğsü kabarmış olmalı ki eşinin övmeye başlaması kadını hayretler içerisinde bırakıyordu. Ömrü hayatında doğru düzgün bir çift güzel söz söylememiş adam şimdi müdürüne karısını övüyordu. Sohbet iyice koyulaşmış çaylar içiliyordu ki çocukların odasından gelen gürültü bu güzel sohbeti böldü. Kadın ‘ben bakarım’ deyip odaya girdiğinde gözlerine inanamadı. Oğulları misafir çocuğu ortalarına almış dövüyorlar. Ellerinden zor kurtarabildi. Çocuk da o can havliyle içeriye kaçıp annesinin  kucağına sığındı.  Kadın kimlere sığınsındı. İçeride akşamdan beri her hareketiyle ağzını açık bırakan oyuncu kocasına mı yoksa bu ne durdan ne de sustan anlayan oğullarına mı? Müdürün hanımı sinir oldu tabi. ‘Saat de geç oldu hadi kalkalım’ demez mi? Adam tutuşma birden. Müdürünün üzerinde böyle bir intiba bırakarak gönderemezdi. ‘Efendim kusura bakmayın. Bizim oğlanlar böyle.’ Müdürden yüz bulamayan adam çocuğa sırnaşmaya başladı. ‘Gel  şunu vereyim sana bunu vereyim. Ben onların kulaklarını çekerim.’ Tabi müdürün ve eşinin keyfi kaçtı. ‘Çok yaramaz yetiştirmişsiniz bunları efendim. Sahip çık bunlara’diye tembihi de alınca adam iyice bozuldu. ‘Kalkalım’ deyip gittiler.
Kadın her zamanki sakinliğini koruyarak etrafı topladı. Çocuklarını yatırdı ve mutfağını toplamaya koyuldu. Adamda kadının peşinde fır dönüyordu. ‘Ya müdürü iş yerinde de böyle soğuk yaparsa? O çok önemli sicil notunu düşük verirse. Terfisi tehlikeye girerse…’ diye kendini de yedi karısını da. Kadın ‘Ben sana demiştim’ deyip haklılığını bir kez daha kanıtlamanın tam sırası olduğu halde tek laf etmiyor, alttan alıyordu. Ama kocası üzeerine gelip ‘bir şey söylesene’ deyince ‘iyi geceler’ deyip yattı.
Ailesinin fotoğrafının olduğunu düşündüğü boş çerçeveyi gösterip “Ben çocuklarımı da sevgili kocamı da çok iyi tanıyorum ama onlar beni hiç anlamadılar. İlk zamanlar bekliyordum ama sonra hiç sorun etmedim beni anlamıyorlar diye. Onlar beim ailem, öyle kabul ettim. Gidip başkasına anlatmadım evimde olup biteni,. Ne kocamı çekiştirdim arkadaşlarıma ne de çocuklarımdan bir gün bile şikayet etmedim. Hep içime attım. Ama evde kalıp düşüne düşüne kendimi yememek için çeşitli kurslara katıldım hep. O bile gözlerine battı. Bende bir süre dayandım itirazlarına ama sonra bırakmak sorunda kaldım. Sonra işte olan oldu evde de. O sabırlı anlayışlı kadın gitti yerine asabi ve çekilmez bir kadın geldi. Eskiden dört dörtlük işleyen ev düzenim bozuldu. Bir çıkmaz sokağa girmiştim artık dönülmez. Kafamdaki düşünceleri dağıtacak bir uğraşım kalmayınca elimde, bende kendimi dağıttım.”
Sonra mı ne oldu? Işte burası…
Bu bembeyaz oda onun huzur hanesi...
                                              

NOT: bu öykü aşkar dergisinde yayımlanmıştır.